Birtakım başkanlar, birtakım tuhaf olaylar!
Yapı itibariyle saman alevi gibi parlayan, dönem dönem sinirlerine hakim olamayan enteresan bir milletiz. Geçim derdi, hayat pahalılığı, iş ve evdeki stresler de eklenince kendimizi türlü kavgaların içine bulmamız kaçınılmaz oluyor. Birçoğunu haber bültenlerinde ve gazetelerde görüyorsunuz zaten. Antidepresan kullanımı desen cabası. Birçok vatandaş sakin kalabilmeyi bu ilaçlar sayesinde başarıyor. Sabah yürüyüşüymüş, çıplak ayakla toprağa basmakmış, çiçek sulamakmış falan geçin efendim. Bunlar sosyal medya hesaplarımızı süsleyen, ‘mış’ gibi yaptığımız fotoğraflardan ibaret. İşin perde arkasında maalesef bu ilaçlar yatıyor. Saati 400 lira olan bir psikiyatrdan randevu istediğinizde, sekreterinin size 3 ay sonrası için randevu vermesi de bu yüzden zaten.
Her neyse, girizgahı uzun tuttuysam bağışlayın lütfen… Bir de tuzu kuru olanlarımız var. Kimi iş dünyasında, kimi siyasette, kimi sosyal mecralarda, kimi de hayatın türlü alanlarında boy gösteriyor. Bu kimilerinden bazıları her ne kadar tuzları kuru olsa da polis kayıtlarına asayiş vakası olarak geçen kavgaların ucundan bir şekilde tutmayı doğrudan ya da dolaylı yoldan başarıyorlar.
Şimdi size iki farklı partiye mensup, iki farklı belediyeye başkanından söz edeceğim. Biri doğrudan olayın kahramanı, diğerinin ismi ise dolaylı olarak geçiyor. İsimlerini vermeyeceğim. Nedenini de yazının sonunda açıklayacağım.
Bir belediye başkanı, geçtiğimiz günlerde otoparkçılar ile tartışma yaşıyor. Tartışmanın alevlenmesi üzerine, otopark çalışanlarına ‘siz benim kim olduğumu biliyor musunuz’ kozunu oynayıp, “filanca yerin belediye başkanıyım” diyor. Sonrası mı? Sayın başkan, çalışanlar tarafından darp ediliyor. Elbette bu olayda çift taraflı hatalı davranışlar söz konusu. Başkanının makamını kullanarak karşı tarafa aba altından sopa göstermesi ne kadar yanlış ise, çalışanların başkanı darp etmeleri de bir o kadar yanlış. Bu olay sonrasında neler yaşandı, başkan şikayetçi oldu mu bilmiyorum. Ama bana ulaşan bilgiler böyle bir olayın yaşandığı yönünde.
Bu arada aynı başkanın, erkek belediye personellerini yakın bir zamanda makamında toplantıya çağırıp, “Mesai saatleri ya da izin günlerinizde benim bulunduğum kahvehanede oturmayacaksınız. Ben geldiğimde yerinizi değiştireceksiniz” şeklinde ültimatom verdiği bilgisi mevcut. Sayın başkan, belediye başkanlığı koltuğunda oturabilir ancak, izin günlerinde dahi personelinden hangi hakla böyle bir talepte bulunabilir, onu da aklım almıyor doğrusu.
Gelelim ikinci meseleye… Yaklaşık iki hafta kadar önce güvenlik güçlerine bir ihbar geliyor. İhbarda bulunan kişi, belediye başkanının kardeşi tarafından aracının kurşunlandığını öne sürüyor. Aracıyla durduğu sırada mı yoksa seyir halindeyken mi böyle bir olay yaşandı bilinmez ama saldırıyı gerçekleştirdiği iddia edilen kişinin bir belediye başkanının kardeşi olması işi başka bir boyuta taşıyor. Başka bir boyut dediysem şu açıdan… Ağabeyinin makamına güvenerek mi böyle bir eylemde bulunuyor? Yoksa nasıl olsa bir şekilde üstü örtülür gibisinden mi harekete geçiyor? Hepsinden önemlisi, bir belediye başkanının birinci dereceden yakını olması sıfatını, kendi kişisel meselelerinin çözümü için kullanmayı mı amaçlıyor? Bilemiyorum, açıkçası bilmek de istemiyorum. Çünkü bu tür olaylar midemi bulandırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Bu arada yazının üst kısmında, bu olaylara karışan belediye başkanlarının isimlerini vermeyeceğimi söylemiştim. Evet vermeyeceğim. Zihniyet değişmedikten sonra isimlerini buraya yazsam ne olur ki? Çok fazla uzağa gitmeden hatırlayın lütfen. Bir CHP’li milletvekili, Marmaris’teki orman yangınlarının yaşandığı dönem polis çevirmesinde, 38 derece sıcağın altında görevlerini yapmaya çalışan devletin polis memurlarına ağzına geleni söyleyip, işlem yapılmasını beklemeden aracıyla gaza basıp gitmedi mi? Kısa bir süre sonra AK Parti’li bir milletvekili yine polis çevirmesinde kıyameti koparmadı mı? Fakir fukara edebiyatı yapıp, garibana şirin görünmeye çalışan milletvekillerinin, belediye başkanlarının yakınlarının çakarlı araçlarla emniyet şeridinde hız limitlerini zorlayıp, utanmadan bir de bu davranışlarını sanki marifetmiş gibi kişisel sosyal medya hesaplarında paylaşıp, şaklabanlık yapmalarına tanıklık etmiyor muyuz? Yani uzun lafın kısası, bu işin AK Parti’si, CHP’si, MHP’si, İYİ Parti’si vesairesi yok. Senelerdir, böyle gelmiş, böyle gidiyor. İşini layıkıyla yapanları elbette tenzih ederim ancak maalesef bu tür davranışlar bizde adeta ülke geleneği. Demem o ki, partilerin ya da isimlerin zerre önemi yok. Esas mesele, gücü sindirip, halkla kalpten empati kurabilmekte.
Hepinize iyi haftalar dilerim…
Yorum Yazın