Söylem ile eylem uyuşmuyor!
Türkiye şu sıralar koronavirüsle başı en çok dertte olan ülkeler arasında ilk sıralarda. Günlük vaka sayıları 30 binleri, ölüm sayıları ise 200’leri aştı, hastanelerdeki yoğun bakım doluluk oranları da ciddi şekilde arttı. Sağlık çalışanları, salgın dönemindeki en zor günlerini geçiriyor. Alınan önlemler ise tartışma konusu. Akşamları sokağa çıkma kısıtlaması var ancak gündüz saatlerinde hayat olağan seyrinde devam ediyor. İşletmelerin birçoğu açık, insanlar sokaklarda, hareketlilik had safhada. Esnafa elbette kızamayız, neticede onlar da ekonomik anlamda olağanüstü zor bir dönemden geçiyor. Keza özel sektör çalışanları da salgın riskine rağmen evlerine ekmek götürebilmek için işlerine devam etmek zorunda. Pandemi sürecinde kamu çalışanlarına esnek mesai saatlerinin yanı sıra birtakım haklar tanınırken, özel sektör çalışanları maalesef üvey evlat muamelesi görüyor. Vergi borcu ertelemesiyle, düşük faizli krediyle bu işlerin yürümeyeceği aşikar. Adı üstünde biri borç, diğeri kredi. Devletin vergi toplamaktaki gerekçelerinden biri de zor zamanlarda halk için gerekli ödeneği sağlayabilmek değil mi? Peki bundan daha zor zaman olabilir mi? Esnafa, vatandaşa karşılık gözetmeksizin şimdi yardım edilmeyecek de ne zaman edilecek?
Uzmanlar salgının gücünü önemli oranda kırabilmek için tam kapanmanın şart olduğunu defaatle dile getirdi. Buna rağmen hala geçici önlemlerle sonuca gitmeye çalışılıyor. Çünkü ekonomik gidişat, tam kapanmayı imkansız kılıyor. Devlet kademesi ise ekonomik gidişatın sıkıntılı olduğu yönündeki söylemleri şiddetle reddediyor. O halde salgınla mücadelede daha radikal ve sert kararlar almaktan neden çekiniliyor? Burada söylem ile eylem arasında bir uyuşmazlık söz konusu değil mi?
Bakınız Almanya, salgına karşı en etkili aşı kendi ülkesinde bulunmasına rağmen 16 Aralık’tan 10 Ocak tarihine kadar kapanma kararı aldı. Zorunlu gündelik ihtiyaçların karşılandığı işletmeler hariç, tüm işletmeler kapanacak. Kapanan işletmelere de maddi yardım yapılacak. İşin püf noktası da bu, işletmesi kapatılan esnafa yardım yaparak zararını minimuma indirebilmek. Ülkemizde ise bu adımı atabilmek mevcut ekonomik şartlarda bir hayli zor olduğu için maalesef geçici kısıtlamalarla süreç yönetilmeye çalışılıyor. Üstelik şimdi de ‘nasıl olsa aşı bulundu’ anlayışı vatandaşlar arasında rehavete yol açıyor. Aşı gelecek ama gelene kadar kaç can daha kaybedilecek? Bu kadar kolay olsa, aşı konusunda eli en güçlü ülkeler arasında olan Almanya tam kapanma kararı alır mıydı?
Almanya, Fransa, Belçika gibi Avrupa ülkeleri aylar önce sert kısıtlama önlemleri alarak 30 binleri aşan vaka sayılarını minimuma indirmeyi başardı. Türkiye ise maalesef ekonomik kırılganlığı dolayısıyla çok geç kaldı. Günlük vaka sayıları yerine hasta sayısının açıklanması (şükür bu yanlıştan dönüldü) vatandaşları rehavete itti. Nihayetinde bir takım önlemler alındı ancak ekonomi öncelikli bu kısıtlamaların hareketliliği yeterli seviyede azaltıp azaltmayacağı tartışma konusu. Süreç neyi gösterecek, bekleyip göreceğiz. Ne diyelim, Allah sonumuzu hayır etsin!
Yorum Yazın